-İsmail Bey öncelikle yoğun
mesainiz içinden bizlere zaman ayırdığınız için teşekkür ederim. Sizden Nisan
2014 tarihinde Berikan Yayınevi aracılığıyla “Barış mı? İhanet mi?” ismiyle
çıkarmış olduğunuz kitabınızın öyküsünü dinleyebilir miyiz?
AKP,
2009 yılında açılım başlığı adı altında bugünlere dair kirli planlarını hayata
geçirmeye yönelik ilk adımını atmıştı. Aslına bakarsanız bunun mazisi de 1991
yılına kadar uzanır. Zira o dönem İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan
Recep Tayyip Erdoğan, nereden esitiyse bir Kürt raporu hazırlama ihtiyacını
kendisinde hissetmiş.
Zaman
içerisinde görüldü ki Kürt açılımı, barış süreci, çözüm süreci gibi farklı
farklı isimlerle dillendirilen mevzunun dayanak noktası Erdoğan’ın hazırlattığı
bu raporda saklı. Raporun hazırlanmasını kim istediyse, AKP’yi özel bir proje
olarak hayata getirenler de onlar. Nitekim burada asıl amaç Türkiye’nin üniter
devlet yapısının bozulması, milli bütünlüğünü kaybetmesi ve başlangıcı
özerklikle olacak arkası federasyon ve nihayetinde bölünmeyle gelecek senaryoyu
hayata geçirebilmektir.
ABD’nin
Irak’ı işgal etmesi, AKP’nin iktidara gelmesi, terörist başının yakalanmasının
ardından eylemlerini neredeyse sıfırlayan PKK’nın yeniden eylem zemini bulması
ilginçtir aynı tarihlere denk gelmiştir. Bu üç hadisenin meydana geliş
zamanları çakışıyorsa, ki öyledir, o vakit Türkiye üzerinde PKK kullanılarak,
AKP eliyle yapılmak istenilenin ne olduğu da anlaşılmaktadır.
2003
yılında başlayan bu hareketliliğin esasını ABD tarafından yayınlanan Büyük
Ortadoğu Projesi haritalarında görmüştük. 22 İslam ülkesinin sınır ve
rejimlerinin değiştirilmek istendiği haritada, ABD’nin bu temel felsefesine
uygun olarak Türkiye’de bölünmüş, doğu ve güneydoğu illerinin bir kısmı sözde
Kürdistan olarak adlandırılan bir alanda gösterilmişti.
Paralellik
arz eden durum, okyanus ötesinde planlanmış ve AKP ile PKK’yı, Erdoğan ile
terörist başı Öcalan’ı bir arada buluşturmuş, tıpkı Oslo’da yapılan
görüşmelerde şimdiki MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Erdoğan ve Öcalan arasındaki
ortak vizyona atıf yaptığı gibi bunları da ortak gayeye yönlendirmiştir.
2011
yılında yapılan genel seçimlerin ardından PKK terör örgütü daha önce yapmayı
başaramadığı bir şey yaptı. Vur-Kaç şeklindeki sınırlı eylemlerini bir yana
bırakmayı düşünen örgüt, alan kontrolünü merkeze koyduğu yeni bir strateji
üzerinde pratikler denedi. Örgütün devrimci halk savaşı olarak adlandırdığı bu
sistemin son aşamasında, örgütün tümüyle kendi kontrolü altında olan alanlara
sahip olma planı yatıyordu. Elbette silahla kontrol altına almaya çalıştığı
alanları elinde tutabilmenin yolunun, yeni yapılanmalar kurmaktan geçtiğinin de
farkındaydılar. Bunun için KCK adı verilen paralel bir devlet yapılanmasını
kurdular.
2012
yılına geldiğinde örgüt, bu zihinsel hazırlığını pratiğe dökerek hareket etti.
AKP bu sıralarda açılımla meşgul olurken, bölgedeki güvenlik güçlerinin bir
yandan PKK’nın alan hâkimiyeti tesis edebilme taktiğini yerle bir etmesi, diğer
yandan da yürütülen KCK operasyonları sebebiyle paralel oluşumları deşifre edip
yakalaması önemli olmuştur. Nitekim örgüt istediğini alamamıştır.
Bu
sırada Oslo’da kurulan pazarlık masası ayyuka çıkmış ve AKP’nin PKK ile
yürüttüğü, içeriği dehşet verici olan görüşmeler sızmıştır. O tarihten itibaren
suratlardaki maskeler düştüğünden, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, bu
kez 2012 yılının son aylarında İmralı’da yatan terörist başı ile görüştüklerini
ilan etmek zorunda kalmıştır. Burada zorundalık kelimesinin ısrarla altını
çizmek istiyorum, zira bir biriyle kader ortaklığı yapıp, aynı hedef için yol
alanların birbirine zarar vermesi düşünülemez.
Sonraki
süreçte Türkiye’yi bölme hedefiyle açıkça eylemde bulunan ve suçları sabit olan
KCK’lıların salıverilmesi konuşulmaya başlanmış ve AKP’nin deyimiyle “sürecin
zeminine uygun olarak” bu
isimler zaman içerisinde birer birer dışarı salınmıştır. Türkiye, Genel Kurmay
Başkanlığı dahi yapmış üst düzey rütbeli askerlerin düzmece iddialarla içeri
alınmasına tanıklık ederken, diğer taraftan bu PKK’lılar aralıklarla serbest
bırakılmıştır. Bunun örgüt üzerinde yarattığı olumlu hava son derece tesirli
olmuş, diğer yandan bölgede PKK ile mücadele eden, ülkenin ve milletin bölünmez
bütünlüğünü koruyanlar üzerindeyse derin yaralar açmıştır.
Yani
bir bakıma PKK’ya moral verilmiş, TSK’ya ise moralmen baskı uygulanmıştır. Bu
kasıtlı bir operasyondur. Asimetrik Psikolojik Savaş denilen hadise burada
başlamıştır.
AKP
iktidarının, Recep Tayyip Erdoğan’ın ağzından dökülen cümlelerle, İmralı ile
görüşüldüğünü açıkladığı gün, bende “Barış mı, İhanet mi?” isimli, sizin de
ifade ettiğiniz kitabı hazırlama gereğini hissettim.
Zira
sonraki zaman diliminde Türkiye gündemi tümüyle bu konuya odaklandırılmıştı.
AKP-PKK ikilisinin ne için ve hangi amaca yönelik ortaklık yaptığını Türk
Milliyetçiliği perspektifinde ele almayı; olayları, kişileri, kurumları,
uluslararası çevreyi, adı barış olarak sunulan ancak özü bu millete ihanetin ta
kendisi olan gelişmeleri değerlendirmeyi arzu ettim.
Şükürler
olsun ki, niyetimiz hâsıl oldu ve kitabı bitirerek okuyucularımızla paylaştık.
Artık takdir onların; AKP-PKK ikilisinin adına çözüm dediği mevzu Barış mı,
yoksa İhanet mi?
-Kitabınızı
Ortadoğu Gazetesindeki köşenizde yayınladığınız yazılarınızdan tarihsel
sıralamaya göre derlemişsiniz. Böyle bir tercihte bulunmanızın sebebini
öğrenebilir miyiz?
Kitaba
başlamaya karar verdikten sonra, işin açıkçası köşe yazılarımı da biraz kitap,
biraz köşe yazısı formatında, ancak her iki alanda da okununca özü kaçmayacak
bir dille yazmayı uygun buldum.
Kaynakları
mümkün olduğunca geniş ancak sıkıcı olmayacak ve özü yansıtan bir çabayla ele
almaya ve sunmaya gayret ettim. Bunlar içerisinde mesela sadece ülke basınına
yansıyan konular yok, aynı zamanda uluslararası medya kuruluşlarında yayınlanan
haberler ve özellikle de PKK’ya ait yayın organlarında çıkan haber, yorumlar ve
söylemler de mevcut.
Sadece
ulusal basına odaklanmış olsaydık, bulmacanın bir yönü hep eksik kalacaktı.
Üzülerek bu metodu kullandığımda edindiğim tecrübemi paylaşmak isterim. Sözde
çözüm süreci boyunca özellikle de AKP’ye yakın medya kuruluşlarında,
gazetelerde çıkan haberlerin aksine, PKK’nın yayın organlarında çıkan
haberlerin ne yazık ki eninde sonunda gerçekleştiğini gördüm. Uluslararası
medya burada biraz “üst aklı” temsil ediyordu. Nitekim sadece bu okumalara bakarak,
çözüm süreci olarak sunulan ihanet oyunun nasıl bir proje olduğu bile ayyuka
çıkıyor. Dışarıda planlanıyor, içeriye servis ediliyor ve sonrasında iktidar
için söylüyorum, kim hangi alanda görevliyse o vazifesini yerine getiriyor.
Bir
yanda ihanet güruhu sistemli ve gün gün ilerlerken, bende yaşanılanları karşı
safhada gün gün ve olay olay ele almanın doğru olacağını düşündüm.
Zira bu
şekilde sözde çözüm sürecinin nereden gelip, nereye götürüldüğünü, hangi sistem
üzerine ve nasıl bina edildiğini göstermenin daha uygun olacağına inandım. Bu
şekilde Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakan iken yaptığı“İmralı ile görüşüyoruz” açıklamasından itibaren Türkiye’nin
bölünmesi hedefinde buluşan odakları, adımlarını ve söylediklerini sırasıyla
paylaşabilmiş olduk.
Bunun
daha faydalı olduğunu düşünüyorum, çünkü kitabı eline alan birisi sürecin
aslında bir nevi yorumlara dayalı olmadığına da ulaşmış olacak. Belki yanlı
bulabilirler. Bunu en başından kabul ediyorum. Kitabın giriş bölümünde de bunu
açıkça söylüyorum. Çünkü bir yanda ülkeyi böleceğim
diyenler varken, ben ısrarla ve asla böldürmeyeceğiz diyenlerin görüşünü
sunuyorum.
Belki
bugünlerde hafızalarımızda pek çok olay canlı olduğu için önemi yeterince
kavranamayabilir ancak tarihsel sıralamanın ilerleyen yıllarda bu mesele
üzerinde çalışma yapacak, özellikle akademik çevreler ve toplum bilimciler
açısından kitabın bu özelliğinin büyük kolaylık sağlayacağı ve katkı yapacağına
inanıyorum.
-Adına
“çözüm” denilen uygulamalara hükümet kitabınız çıktıktan sonrada devam etti.
Kitabınız yayınlandıktan sonra yaşanılanları da düşünerek sizce “çözüm”
Türkiye’yi nereye götürecek?
2013
yılında terörist başının Nevruz Bayramı’nda Diyarbakır’da okunmasının hemen
ardından iktidar ve iktidara yakın tüm çevre; medya, sivil toplum kuruluşları,
yazarlar ve sözde aydınlar artık terörün bittiğini iddia etmeye başladılar.
Terörist
başının fikrini değiştirdiğini, PKK’nın da aynı görüşte olduğunu ve örgütün
önce sınır dışına çıkacağı, ardından silah bırakacağı ve nihayetin de de
faaliyetlerine son vereceği bu iddialar arasındaydı. Terörist başının mektubuna
bakarak bunu söylüyorlardı.
Ancak
PKK’nın ve terörist başının zihninde gerçekte ne olduğunu bir taraf kasıtlı,
diğer tarafsa çeşitli nedenlerden ötürü görmezden gelmişti.
Oysaki,
mektubun okunmasının ardından sadece birkaç ay geçtikten sonra PKK’lı
teröristlerin sınır dışına çıkmadığı, silah bırakmadığı ortaya çıkmış ve bu
durum bizzat devletin güvenlik güçleri tarafından da tespit edilmişti. PKK
sınır dışına çıkmadığı gibi örgüt tarihinin en büyük katılımını yaşamıştı. Bunu
bizzat örgütün Kandil’de bulunan elebaşları defalarca ifade ettiler.
İlk
sorduğunuz soruda cevaben söylediğim devrimci halk savaşı modeline ulaşma
açısında PKK bu dönemin kendisine eşsiz fırsatlar yarattığını anladı. Her şeyden
önce bölgede yaşayan vatandaşlarımız nezdinde bir türlü kazanamadığı meşruiyete
de bu dönemde sahip olmaya başladılar. Bu çok önemli bir kırılma noktasıdır.
AKP’nin yaptığı ihanetin bölgedeki algılaması demek ki PKK’nın Kürtlerin
temsilcisi olduğu yönünde şekillenmiştir. Halbuki, PKK ilk eylemi olmak üzere,
sivil ölümlerin yaşandığı eylemlerinin hemen hepsinde bölge insanını hedef
almıştır. Terörist başı bizzat PKK’ya destek vermeyen Kürt’ün kümesteki
tavuğuna varıncaya kadar öldürülmesi talimatını verdiği dönemler olmuştur.
Ancak PKK’nın meşruiyet kazanmasıyla beraber bu algılama ve gerçekler ne yazık
ki unutulmuş, Kürt katili, Kürt bebeklerinin canına varıncaya kadar kast eden
terör örgütü, birden bire Kürtlerin temsilcisi oluvermiş ve AKP tarafından da
böyle kabul görmüştür. Beşir Atalay’ın ifadesiyle terörist başı ise “Beğenseniz
de, beğenmeseniz de Öcalan Kürtlerin önderidir” şeklinde açık açık sunulmaya
çalışılmıştır. Bana göre burası Türkiye’nin aleyhine olan ilk ve en önemli
kırılma noktasıydı.
İkinci
önemli kırılma noktası ise peş peşe gelen hadiselerden oluşuyor. Malumunuz
geride bıraktığımız 2014 yılında peş peşe 2 seçim geçirdik ve şimdi 2015
yılında bu serüvenin son ayağı olan Genel Seçimlere doğru yol alıyoruz. Hem bu
seçim maratonu, hem de bölgesel gelişmeler PKK’ya zemin ve güç kazandıran bir
atmosfere dönüştü.
Suriye’de
yaşanılan iç çatışmada adını duyuran IŞİD terörü, bölgesel bütün dinamikleri
etkiledi desek yeridir. Türkiye, Suriye’deki gelişmeleri doğru okuyamadığından,
PKK’ya da verdiği tavizlerden ötürü dar bir alana sıkıştığından bu dönemde
büyük kayıplar yaşadı. Diplomatik bir ağırlığımızın kalmadığını bir kanara
bırakın, güvenlik anlamında da ciddi risklerle karşı karşıyayız.
PKK bu
dönemi kendi açısından lehine çevirmek için yoğun bir çaba sarf etti. Terörist
başı bizzat İmralı’dan, PKK’nın Suriye’deki kolu olan PYD’ye haber göndererek “kendi
öz savunmanızı geliştirin” dedi.
Peşinden de PKK-PYD’nin Suriye’nin kuzey bölgesindeki kimi yerlerde özerklik
ilan ettiği duyuldu. Bu fiili durum karşısında AKP hükümeti hiçbir adım
atmadığı gibi PYD’li Salih Müslim’i Türkiye’de ağırladılar. Oysa Suriye’deki
böylesi bir oluşumun varlığı doğrudan Türkiye’nin toprak bütünlüğüne tehdittir.
PKK göstere göstere örgüt tarihinde ilk kanton tarzı örgütlenmeyle ve yine halk
savaşı adı verilen modellemeyle, kendi kontrolünde olan bir alana ve yönetime
sahip oldu.
Ardından
daha önce bilmediğimiz, adını bile belki de duymadığımız Ayn El Arap (Kobani)
hadisesi çıktı. PKK burası üzerinden üç önemli gelişmeye imza attı. Birincisi
ABD tarafından açıktan muhatap kabul edildi, yine ABD desteği ile ilk kez
Irak’ın kuzeyinde bulunan bazı Kürt gruplarla ortak silahlı güç oluşturdu ve
son olarak bu kazanımlarının ne anlama geldiğini 6-8 Ekim tarihlerindeki
olaylarla gösterdi. PKK, Suriye’de edindiği kanton tarzı modelin tecrübesini
diğer alanlara da yaymaya çalışıyor.
PKK’nın
istediği, dahası AKP’den talep ettiği ve hayata geçirilmesini dayattığı
meseleler; Doğu ve Güneydoğu’da bulunan kimi illeri kapsayan bir alan içerisinde
idari ve mali açıdan özerk bir bölgeye sahip olması, burada her şeye
kendilerinin karar vermesi, tutuklu halde bulunan tüm örgüt militanları dahil
terörist başının salı verilmesidir.
Sözde
çözüm sürecinin esası PKK açısından böyle. Dolayısıyla AKP açısından da…
Peki,
bu iş nereye varır? Bir kere AKP-PKK ikilisi Türkiye’nin bölünmesi ve
parçalanması demek olan özerklik konusunda anlaşmış durumda. Erdoğan-Öcalan
ikilisinin ilişkisi “ver başkanlığı, al özerkliği ve ver
başkanlığı, al hapisten salıverilmeyi” düzleminde şekil bulmaktadır. AKP’nin
aklındaki başkanlık sistemi içerisinde ülke yönetimdeki egemenliğin
paylaşılması düşüncesi var. Bunu güya yerel yönetimleri güçlendirme adı altında
yapmayı hesap ediyorlar. PKK’ya verdikleri sözün çıkış noktası işte burası.
Kabaca, siz bize başkanlık sistemi konusunda destek verin, zaten ondan sonra
özerklik yada federasyon da bu sistemin tabii bir sonucu olarak hayata
geçecektir diyorlar. Rejim değiştirme çabası da mevcut olduğundan iktidardaki
zihniyetin PKK’nın zihniyetinden pek bir farkı kalmıyor. Şimdiki MİT Müsteşarı
Hakan Fidan’ın Oslo’da PKK’lılara, Erdoğan ve Öcalan’ın “bölgeye ve ülkeye dair
%95 oranında aynı vizyondalar” demesinin dayanak noktası burasıdır.
Peki,
bunda başarılı olabilirler mi? Hiç sanmıyorum. MHP’nin tek başına sözde çözüm
süreci karşısındaki sarsılmaz duruşu, AKP-PKK ikilisi ile beraber bu kesimleri
destekleyen dış çevrenin de bütün planlarını bozuyor. MHP’nin her sözünde haklı
çıkması ise bu çevrelerin işini daha da zorlaştırıyor. Bakın 6-8 Ekim
hadiselerine, MHP’nin ve Sayın Devlet Bahçeli’nin yıllardır söylediği ve
ısrarla üzerinde durduğu meseleler 2-3 gün içerisinde birer birer çıkmadı mı?
Dolayısıyla MHP’nin duruşu ve haklılığı günden güne artarken, Türkiye’deki
ihanet şebekesi kendilerince çizdikleri takvimde sona doğru gayretlerini
artırdığında, bu haklılık daha da fazla kabul görecektir. Neticede de Türk
Milleti buna geçit vermeyecektir.
İlginçtir,
bu durumu AKP’ye sözde çözüm süreci açısından destek veren adıyla meşhur Henry
Barkey de dile getirmiştir. Ona göre MHP’nin duruşu pek çok AKP ve CHP’liyi de
etkilediğinden, ABD’nin kurulması için uğraş verdiği sözde Kürt devletinin
akıbeti de boşta kalıyor. Zira Türkiye olur vermezse suni olarak kurulacak
sözde devletin hayatta kalamayacağının farkındalar. Bu şu demek; MHP’nin
politikaları bugün iktidarda olmayabilir, ancak bölgesel denkleme tesir eden ve
planları bozan çok güçlü bir kaynak olarak herkesin karşısında bulunuyor. Siz
bir de iktidara geldiği günü düşün. Acaba sadece Türkiye’nin değil, bölgenin ve
dünyanın seyri nasıl olur?
-Yeni kitap
çalışmalarınız var mı?
Az
evvel IŞİD’den bahsettik. Şimdi bunla ilgili bir çalışmamız var. Kısmetse bu
çalışma da bir ay içerisinde sonlanacak. ABD ilk aşamada aklındaki sözde Kürt
devleti için Irak ve Suriye’nin kuzeyini birleştirmeye çalışıyor. Erbil’den
başlayıp, Hatay’a kadar uzanan ve Türkiye sınırına paralel olarak devam eden
bir bölge burası.
Tabii
bu projenin doğal gelişmelerle gerçekleşmesi, kurulması hedeflenen sözde
devletin hayatta kalması için esas şart. Bunun için de IŞİD eşsiz bir fırsat
sundu ABD’ye.
Önce
PKK-Barzani ve diğer grupları birleştirdiler, sonra ortak bir hat meydana
getirme çabası içerisinde bulunuyorlar. İşte tam da bu noktada IŞİD’in ABD
tarafından oluşturulmuş bir örgüt olduğu iddiaları da bulunduğundan, konuyla
ilgili bir çalışma yapmayı kendimce uygun gördüm.
Güzel
bir eser olacağı kanaatindeyim, içerisinde önemli dosyalar da var, ayrıca yine
Ortadoğu Gazetesi’nde yayınlanmış bazı makalelere de yer vereceğiz gibi görünüyor.
-İsmail Bey
tüm çalışmalarınızda başarılar diler, bu keyifli söyleşi için çok teşekkür
ederim. Son olarak eklemek istedikleriniz varsa onlar ile bitirelim.
Ben
teşekkür ederim. Kutlu Sesleniş Dergisi, Ülkücü Hareket içerisinde ayaklı bir
okul gibidir. En azından şahsım adına böylesi bir anlam yüklüyorum bu dergiye.
Tek sermayesi okunmak olan ve benim de yetişmemde eşsiz katkısı bulunan,
çeşitli kademelerinde görev aldığım bu dergi eminim okuyucularına büyük
katkılar sunmaya devam edecektir.
Bu vesile
ile size bir kez daha teşekkür ederken, tüm okuyucularınıza da sevgi ve
saygılarımı sunuyorum.
Makaleyi Hemen Yorumla |
Yorumlar Bu içeriğe henüz hiç yorum yapılmamış. |