Mevlana'nın "Ya göründüğün gibi ol, ya olduğun
gibi görün" sözünün en az tesir ettiği alan sanırım siyaset alanıdır.
İçinde siyaset ve politika geçen her olayda ön yargı direkt güvensizliktir. Bu
Türkiye'ye özel bir durum değil, dünyanın her yerinde böyledir. Biz,
Türkiye'nin atmosferinde yaşadığımız için değerlendirmelerimiz buraya yönelik
olacaktır. Türkiye'de bir insanın durmayacağı sözleri vermesinin "Bize siyaset yapma yahut bize de mi
politika yapıyorsun?" şeklinde değerlendirilmesi zaten
anlattığım konunun özetidir.
Siyaset alanında dürüst
biriyle karşılaşılınca "Niye bu
kadar dürüst?" diye suçlanması da maalesef bu toplumun gerçeğidir.
Ben eskiden kim
milletvekili olmuş, kim olamamış inanın hiç umursamıyordum. Ne olduysa 1 Kasım
seçimleri sonrası oldu ve bu konuda daha sorgulayıcı, daha dikkatle
değerlendiren oldum.
MHP üzerinde operasyon
yapmak isteyenlerin hareketliliği ve bu hareketlilikte tek derdi "Milletvekili olmak yahut
olamamak" şeklinde kendisini belli edenlerin figüran olarak
kullanılması belki de bu sorgulamamı ve dikkatimi güçlendirdi.
MHP gibi idealleri uğrunda
bedel ödemiş, aynı ülküler etrafında birleşilmiş bir harekette olmaması gereken
manzaralara çokça şahit olduk. Milletvekili olmak için kılıktan kılığa
girenler, milletvekili olamayınca kılıktan kılığa girenler, bir de elbette
milletvekili olduktan sonra kılıktan kılığa girenler var…
"Kendime abi bulayım, abla bulayım ona göre
siyaset yapayım" tarzıyla bakış açısı geliştirip, dava idealini
liderin etrafında kazanamayanlar, ilk tökezleme anında abisini, ablasını
değiştiriyor. Geçtiğimiz günlerde duydum, seçilecek sıralamaya konulan ancak
seçilemeyen bunlardan birisi "MHP
dışarıdan talimatla yönetiliyor" demiş…
Milletvekili olsaydı
abisiyle, ablasıyla mesut bahtiyar olacaktı, hiçbir takıntısı, sıkıntısı,
tasası olmadan yoluna devam edecekti sanırım!
Çok şükür Lider dışında
dönüp bakacağımız ne abimiz, ne ablamız ne de başka bir yörüngemiz oldu.
En rahat anımızda en güzel
yerlerden poz verenler, en kötü günlerimizde yıkmak isteyenlere el, vurmak
isteyenlere kurşun oldular.
Son ana kadar güç
dengelerini koklayıp, tökezlediğin andan itibaren düşmandan daha çok vuranların
varlığıdır, varlığımızı buharlaştıran…
1 Kasım seçimleri sonrası
MHP içinde yaşananlar kim ne derse desin gerçekten bir travma ve çürüme halidir.
Karşında olanlar kadar, sözde yanında görünen tiplerin figüranlığı bu halin
yaratılmasında etki sahibidir. O kadar çoklarmış ki, maalesef bunlar tek tük
numune olarak tarihe geçmediler.
7 Haziran'da milletvekili
olunca dünyanın en dürüst, bilge lideri Devlet Bahçeli, 1 Kasım'da aday
yapılmayınca, tekrar milletvekili seçilemeyince hançerlenmesi gereken Devlet
Bahçeli…
Az sürede, çok
karaktersizlik…
Milletvekili adayı
yapılmayan, aday yapılıp seçilemeyen, milletvekili olup "bir daha seçilemem" kurnazlığına giren tiplerin
omurgasızlıkları, ikiyüzlülükleri en iğrenç halleriyle bu süreçte içimizde
çürüme tohumları filizlendirdi.
1 Kasım sonrası bu tiplerin
çokluğundan dolayı yaşadıklarım, gördüklerim bende çok büyük hayal kırıklıkları
yaşattı. "Namus, şeref, ahlak,
onur" kavramlarını ortaya koyarak söz konuşan ve daha sonra sözlerini
ezerek hançeri saplayan koca koca adamların acınacak hali, daha dün içimize
adım atan bazı gençlerin boyundan büyük lafları iğrenç ötesi bir haldi.
Bu süreçten sonra, her
yaşanan olayda hissiyatımdaki irade radar sistemi gibi harekete geçti. Herkese
güven duyma hali, yaşananlardan dolayı beni daha temkinli, ölçülü ve şüpheli
bakmaya sevk etti.
MHP ve Ülkücü kimliği
taşıyıp, bir davası, bir ideolojisi olmayan, hangi partinin kapısını açık görse
oraya girmişlerin, mazimizde zerre kadar yeri olmayanların peşine takılıp,
MHP'yi pazarlamaya kalkanların yaptığına demokrasi demek mümkün değildir. Olsa
olsa cinnet halidir. Bu cinnet halindekilerin "Milletvekili olmak yahut olamamak" sendromu
yaşayanlardan olması da ayrı bir ibretlik haldir.
Bu yaşadığımız süreçten
ders çıkaran var, hala ders çıkaramayan var…
Hala abi, abla
simsarlığından medet uman var.
Bu yaşananlardan sonra
hareket içinde arınmak gerçekten çok büyük ve acil bir ihtiyaçtır.
Fakat arınmak kişiye göre
değişmemelidir, ilke ve ülküye göre sistemini kazanmalıdır.
Aksi halde kişilerin ismi
değişecek, kişilikler hep aynı kalacaktır.
Başbuğ Türkeş dün
yaşadıkları karşısında "Bu hastalık
sizde de var. Bu hastalığı tedavi etmeniz lâzımdır. Bu hastalığı tedavi
edemezseniz, kendinize yol seçiniz. Milliyetçi Hareket'te bir saniye daha fazla
kalmayınız. Benimle dava arkadaşlığı edecekseniz, her şeyden önce vasıflı Türk
olmaya mecbursunuz." derken, MHP Lideri Devlet Bahçeli "Büyük dava ve ülküler kişisel çıkar
ve şahsi hesaplarla çelişir. Yürekte yeşeren sevdalar karşılıksızdır,
samimidir, çıkarsızdır, cüretlidir." derken arınmanın her zaman diri
tutulması gereken kavram olduğunu yansıtmıştı.
Hayat tarzı "dümdüz Ülkücü çizgi" olan
liderle, hayat tarzı kırk kapı gezmiş olanları eşitleyenler, bu hareket içinde
herkese ders çıkarılması gereken anılar yaşatmıştır.
Zaten ders çıkaran vefa ve
sadakatin anlamını öğrenmiştir.
Varolan her eksiğimiz, her
yanlışımız vefalı ve sadakatli bünyeyle daha hızlı ortadan kaldırılma
samimiyeti yaşayacaktır.
Sadakat ve vefa Ülkücünün
en zor sınavları arasındadır.
Bu sınavlardan hep
geçenlere selam olsun…
Ve sınavdan geçemeyip rol
yapanlarla da paylaşılacak neyimiz kaldı?
Makaleyi Hemen Yorumla |
Yorumlar Bu içeriğe henüz hiç yorum yapılmamış. |